
Hayatımızda en az bir kere bu cümleyi duymuş ya da söylemişizdir. Bu bazen yakın bir arkadaşa bazen aileden birine bazen sevgiliye belki iş arkadaşına ya da başka birine söylenmiş olabilir. Hiç düşündük mü acaba bu cümle üzerine neden “kıymetsizlik” alanını yaratma ihtiyacı duyuyoruz? Senin için şunları yaptım, buralara gittim/geldim, fili iki parmağımla ters çevirdim, dağları aştım, saçımı süpürge ettim ve benzeri cümlelerin uçuştuğu bu alanda “yaranma” enerjisini yaratmanın bize hizmeti nedir? Neden başkalarını memnun etme odaklıyız ya da başkalarından sürekli bizi memnun etmesini talep ediyoruz? Veyahut çevremizdeki herkesin bizden memnun olması gerektiğine dair katı inancımız ve beklentilerimiz ile ilişkilerimizi yıpratıyoruz? Özetle ya kendimizi insanlara dayatıyor ya da insanların dayatmalarına kendimizi sığdırıyoruz. Bu “kendimiz” olmanın yeterince kıymetli ya da sevilesi olmadığına inanmak hali, en yalın ifadeyle, nasıl “kendim olacağımı” bilmiyor olmak ve kendim olmaktan korkmak. Benim deyişimle, kendim olmanın prim yapmayacağına olan inanç kalıbım yani değersizlik duygusu ve derin bir onaylanma ihtiyacı içinde boğulmak.
Peki “sen kıymet bilmiyorsun” cümlesindeki ters köşeyi de görebilir miyiz; “Ben öyle büyük lütuflarda bulunuyorum ve senin için her şeyi yapıyorum ki…” İşte bu da kibir ve üstenci maskesi altında gizlenen değersizlik duygusu. Bu noktada memnuniyeti dışarıda aradığımız sürece içimize ne koyarsak koyalım bir karadelik gibi yutmaya devam edeceğini görebilir miyiz?
Önce memnuniyetin mekanizmasından bahsederek başlayalım.
Memnun etmek, razı edilmek ve mutlu edilmek anlamına geliyor. “Arapça mamnun yani minnettar sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça manna “minnet etti” fiilinin edilgen fiil sıfatıdır.” Bu bilginin detayına Nişanyan Sözlük’ten de ulaşabilirsiniz. Türk Dil Kurumu razı olmayı başa geleni kabul etmek, uygun bulmak, beğenmek, benimsemek olarak tanımlıyor. Bu bilgilerden yola çıkarsak memnun olmak bir razı olma, memnuniyet ve kabulleniş hali diyebiliriz. Şahsi söylemimle; memnun olmak insanın varoluşunun, elindekilerin, imkanlarından, seçimlerinden, kapasitesinden memnun olması(yani bir anlamda bunların kıymetini bilmesi) ve “kim oluşundan” her hali ile razı olabilmesi. Bu memnuniyet hali sabit bir hal değil bu arada, insanın hayatında zamanla revize olabilir bir alan ama bugünün konusu bu değil o yüzden anda devam edelim.
Burayı özetle şöyle ifade edebiliriz; olduğu yerde, mevcudiyetinden razı olmak hali kişide memnuniyet ve mutluluk hissini yaratıyor. Razı olabilmek için de barışık olmak ve kabullenebilmek önemli. Birisinin memnun olduğunu söylemesi bize onun o mevcut anda/durumda mutlu ve olandan razı olduğunu anlamamıza da yardım ediyor. Yani bir anlamda “fit olmak” da diyebiliriz(bu argo sözlükte ödeşmek, razı olmak anlamına gelir.) Tüm bu bilgileri cebimize koyup yolumuza devam edebiliriz.
Şimdi, memnuniyet beklentisine geri dönelim;
Onaylanmak ihtiyacı değersizlik duygusu ile kol kola bir duygu. Kendimden memnun olamadığımda kendimi de onaylamıyorum dolayısıyla başkalarının onayını arayarak sevilesi olduğuma ikna edilmeye ihtiyaç duyuyorumdur. Buradaki bilinç dışı cümlemiz; “Beni onaylayıp sevmen için istediğin her şeyi sana vereceğim yeter ki beni severek sevilesi olduğuma beni ikna et.” Burası bir uçurum çünkü kişi herkesin sevgisini aldığına inanıp içinden bir kişinin dahi onu sevmediğini düşündüğünde o alanı büyütmeye daima meyillidir. Burada ikna %99 ile çalışmaz, %101 olmalıdır ve süreklilik arz etmelidir. Bir anlık duygusal dalgalanmalar dahi o uçurumla kişiyi burun buruna getirebilir.
Bu kendimden memnun olamamak halinin kısır döngüsünün özetini şöyle yapabiliriz; benden başka herkesi memnun etme çabası içinde debelenip durmak ve karşılığında kendime bana ait olmayan “memnuniyet illüzyonları” ile başkalarının dayatmalarına kendimi sığdırdığım, bana ait olmayan bir hayatı yaşamaya kendimi mahkum hissetmek. Bir amiyane deyişle, “Kendim” olmayı yeterince havalı ya da sevilesi bulmadığım için kendim olmaktan kaçıp kendimi sürekli istemediğim hayatları yaşıyorken bulmak.
Peki bir de sürekli memnun edilmek isteyen kişilere bakalım;
Kendimden memnun olamadığımda karşımdakilerden doyumsuz bir memnun/razı edilme talebi içinde olurum. Dışarıda ne kadar çaba görürsem göreyim içimdeki memnuniyetsizlik çukuru tarafından yutulur ve bir süre sonra ilgili kişiyle ilişkim, sonuna kadar sömürüp büzüştürdüğüm bir meyve suyu paketine dönüşür. Kendimi insanlara dayatıp, dayatamadığım noktalarda da ardımda enkazlar bıraktığımdan habersiz yoluma devam ederim ve içimdeki o değer eksikliği hiç bir zaman dolmaz. Burada kişi bu dengesizliğin ayarını iyiden iyiye uca kaçırdığında narsist ve bencil davranışlar gösterebilir. Kendini çevresindekilerden üstün, memnun edilecek bir ilah, çevresindeki herkesi onun hizmetkarı olarak görmeye kadar gidebilir konu. Tabii ki tüm bunlar bilinçle değil bilinç dışımızda gerçekleşen iç konuşmalar. Bu iç konuşmalar inanç ve duygu kalıplarımızı, kodlarımızı göstermekle birlikte gündelik hayatımızda davranışlarımızı ve ilişki kurma şeklimizi de yönlendirir. Elbette farkındalığımızı geliştirerek tüm bunlardan özgürleşmemiz mümkün.
Konuya geri dönersek;
Memnun olmak kıymet görmek de demek. Kıymet vermek yani değer vermek/bir değer biçmek demek. Benim için yapılanlar ile kendi kıymetimi biçiyor isem başkalarının benim kıymetimi belirlemesine izin veriyorum demektir. Diğer tarafta kıymet verdiğimi göstermek için kendimin önüne koyarcasına insanlar için bir şeyler yapıyorsam da onları kendimden o derece kıymetli görüyorumdur. İnsana kıymet göstermek kötü mü diyebilirsiniz, hayatta sağlıklı dengesi olmayan her ilişki toksiktir. Kıymet ile ilgili çok sevdiğim bir metafor var;
“Altın çamurda da olsa altındır”. Altın çöpe düştü diye altına çöp muamelesi edenin kıymet ayarlarında bozukluk vardır. Bugün b.k içinde olsa altını kuyumcuya götürdüğünüzde tam ederinin fiyatını alırsınız, kimse size gümüş ya da teneke fiyatı vermez ya da 10 lira dahi olsa eksik fiyat biçmez. Ya da çelik bir aksesuarı allayıp pullasanız, sedef kutularda incilerle süsleyip satmaya çalışsanız kimse size bırakın altın fiyatını gümüş fiyatı dahi vermez, değil mi? Çeliğe altın muamelesi yapana da altına gümüş muamelesi yapana da ya aptal deriz ya cahil ya enayi ya da dolandırıcı ya da benzeri.. Tabi şu nokta daha da önemli; ben elimdekinin ne olduğunu ve kıymetinin farkında isem ne çeliğe altın muamelesi yaptırırım ne de altına gümüş. İşte bu kıymet konusunun işleyişi de bundan farksız. Bu noktaya konunun sonunda yeniden değineceğim.
Buraya kadar bir şey dikkatinizi çekti mi merak ediyorum. Konuştuğumuz bu konunun kilit bir cümlesi var aslında. Tüm sistemin işleyiş prensibi dualite olduğuna ve alışveriş dengesi üzerine kurulu olduğuna göre hangi uca gidersek gidelim diğer uç ile dengeleniyoruz. Demek ki ben sürekli memnun edilmeyi talep ediyor da olsam, sürekli memnun etmeye çalışıyor da olsam benzer duyguların dengesini şaşırmışım demektir. Örneklersek narsistler depresif, yolunu kaybetmiş, duygusal pusulası bozulmuş kişileri seçerler. Kolay manipüle edilenler manipülatörlerle, doyumsuz talepkarlar hizmetçi ruhlular ile buluşurlar. Hayır diyemeyenler ya da sağlıklı kişilik sınırları çizemeyenler suistimalciler, tacizciler ile yüzleşirler.
Prensip olarak dışarıdan beklediğim onaylanma, sevilme, değer/kıymet görme hallerim beni benzer ve diğer uçtaki kişiler ile bir araya getiriyordur. Kendinden memnun olmayan iki kişinin ruhu kendini sevmeyi başarabilmek için birbirini seçer. Biri alıcı diğeri verici konumda görünse de temelde ikisinin de paylaştığı ortak duygular değer görmek, sevilmek ve onaylanmaktır. Kendi eksiklerini karşılarındakiyle tamamlamak isterler. Kişiler birbirlerinde kendi ihtiyaç ve taleplerini görüp bunları kendi içlerinde dengeleyebilir ve şifalayabilirlerse alışveriş biter. Alışveriş bittiğinde anda, temelde üç seçenek gerçekleşir;
Ya bir taraf öğrenir ve kendi yoluna devam eder, diğer taraf olduğu gibi kalmayı seçer.
Ya iki taraf da öğrenir ve birlikte dönüşürler. Yollarına birlikte ya da ayrı devam etmeyi seçebilirler.
Ya da iki taraf da öğrenemez ve ilişki dibe vurana kadar toksik halde devam eder. Burada da birlikte ya da yarı toksik olmaya devam etmeyi seçebilirler.
Bu noktada altını çizmek istediğim üç nokta var; birincisi bu üç temel seçenektir ve sonsuz olasılıkla gerçekleşir. İkincisi insan hayatında öğrenme her şekilde gerçekleşir, az ya da çok ama dönüşüm gerçek bir idrak ile mümkündür. Yaşananın bana hizmetini idrak ederek döngüden çıkabilir ve yepyeni ilişki türleri kurabilirim. Üçüncüsü kişi idrak etse dahi dönüşmemeyi de seçebilir. Bu seçeneği bir başka bölümde şifa mekanizmasından bahsederken açabiliriz.
Peki herkesten evvel kendimden memnun/razı olmayı nasıl başarabilirim? Bunun kolay ve pat diye olmasını beklemek ya da imkansız olduğunu düşünmek yapabileceğimiz en büyük hata olabilir. Kendimle yüzleşmeye cesaret etmek en büyük ve önemli adım olacaktır bu yolda. Bunun yanına sorduğumuz soruların yanıtlarını ön yargılar olmadan kabul etmeye kendimizi açmak daha hızlı sonuçlar almamızı sağlayacaktır. Kendimize bu noktada şu soruları sorarak başlayabiliriz;
Bugün ne olsa kendimden, yaşadığım hayatımdan tamamen memnun olurum?
Verdiğim cevap şu an hayatımda var mı ya da ne kadarı var?
Kendimden memnun olmam için talep ettiklerimin hepsi bana verilse hayatımın sonuna kadar kendimden ve hayatımdan memnun olur muyum? Burada bir düşünce deneyi yaparak hayatınızı 1ay-6ay-1 sene-5 sene-10 sene -30sene ileri sarmanızı isteyeceğim. Oralardaki halleriniz de bu istedikleriniz ile memnun olmaya devam edebiliyorlar mı?
Sonra içinize dürüst ve samimiyetle bakmanızı isterim;
Bu talep ettiklerimi sayarken içeride ve en derinlerde, tüm bunlara kendimi gerçekten, kalpten layık görüyor muyum? Bu sorunun cevabını, soruları yanıtlarken kalbinizi dikkatle dinleyerek de verebilirsiniz. Şunlar olsa derken iç sesiniz size derinden, en içeriden, incecik de olsa itiraz ediyorsa, bunun olması da zor ama diyorsa orada bir durmalı.
Bu anlattıklarım elinde olanla yetinmek, fazlasını istememek ya da benzeri demek değil. Bu kısım önemli !
Aksine kişi gerçekten neyi hak ettiğine olan inancını görüp, anlayıp kendine gerçekte neyi layık gördüğünü fark ettiğinde, elinde olanla yetinmek kodundan da özgürleşiyor. Bir başkasında var diye değil ya da başkasından alabileceğinin en iyisi olduğunu zannettiği için değil ya da kişiye “zaten senin için en çok bu kadarı olabilir” dendiği için veyahut “sana bu kadarı çok fazla” denildiğinden ona ulaşmayı hırs yaptığı için de değil. İçinde ve derinlerde huzurlu bir hak ediş, aitlik hissederek kucakladığı “kendisiyle” kurduğu bağlantı ile sahiplenerek istemek halinden ve bu haliyle arzu ettiği gibi özgürce isteyebilmek haline geçiş yapabilmekten bahsediyorum.
O arabayı herkeste var diye alma, o makyajı yapmazsan beğenmezler diye yapma, kıyafetinin rengini fark edilmekten korktuğun için değiştirme, istemeğinde hayır demekten korkma, hoşuna gitmediğinde sağlıklı sınırlar çizmeye tereddüt etme. Kimsenin senin değerini biçmesine izin vermemek için kendi gerçek kıymetinin farkında olan ol. İtiraz etmek, aykırı olmak, kuralları kırmak için değil, güç ispatı için kontrolsüzce diğer uca giderek değil, kendinle bağlantını güçlendirmek için uyumlanarak, özgünlüğüne sahip çıkmak için kendinle tanışmaya niyet etmenin vaktidir.
Sevgi ve şifa ile
Firuze D.G.